CEZA HUKUKUNDA TAKSİRLE İHMALİ DAVRANIŞIN CEZALANDIRILABİLİRLİĞİ ÜZERİNE DENEME (DEPREM, TRAFİK KAZASI, YANGINDA CEZAİ SORUMLULUK)

  Ceza hukukunda kusur sorumluğu kast ve taksir olarak iki ana başlık altında incelenmektedir. Kast Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 21/1 maddesinde "Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir" denerek tanımlanmıştır. 

Öyleyse, ceza hukukunda sorumluluk için kasten işlenmiş bir davranışın varlığı esastır. Kast kabaca bilerek ve isteyerek hareket etme ve sonucun (neticenin) da bilerek ve isteyerek gerçekleşmesi olarak ifade edilebilir. 

Örneğin, A'nın B'yi bilerek bıçaklaması sonucunda B'nin ölmesi kasten öldürme suçuna vücut verir (TCK 81,82)

Ancak bazı durumlarda fail (eylemde bulunan) kimse suçu bilerek işlemez. Hareket ve/veya netice istemeden gerçekleşebilir. Çoğu kez hareket faklı bir amaca yönelmişken, netice amaçlananın dışında bir şekilde ortaya çıkar, yani öngörülemez. Netice gerçekleşmedikçe taksir sorumluluğu da ortaya çıkmaz. Örneğin, otomobil kullanan A, şehir içinde trafikte seyrederken aniden önüne fırlayan B'ye çarpmıştır. B ölmüştür. Bu durumda A'yı taksirle öldürme fiilinden sorumlu tutabiliriz. 

Taksir TCK'nın 22/2 maddesinde "Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir" denerek tanımlanmıştır. Buna göre, yukarıdaki örnekte A, biraz dikkat ve özen göstermiş olsaydı, B'yi yaralayabileceğini veya öldürebileceğini öngörebilirdi. Şu durumda dikkat ve özen göstermediği için A taksirli hareketinden dolayı sorumlu tutulacaktır. (Örnekte TCK 85). 

Bir eylem ya kasten işlenebilir ya da taksirle işlenebilir.

Taksirli suçlar ancak o suçun taksirli şeklinin kanunda cezalandırılabileceği açıkça ifade edilmişse cezalandırılabilir. (TCK 22/1). Şu halde, bir suç tipi kanunda kasten işlendiğinde cezalandırılabiliyorsa da taksirle işlenen şekli cezai yaptırıma bağlanmadıysa o suç tipinin cezalandırılabilmesi mümkün değildir. 

Bu ana girişten sonra özellikle uygulamada yapılan ve kanunilik ilkesine aykırı olan hataya dikkat çekmek istiyorum. 

Bir büyük depremden, iş kazasından, yangından sonra genellikle iş güvenliği uzmanlarının bilirkişi raporlarına dayanılarak olayla doğrudan ilgisi olmayan kişilere sorumluluk yüklendiği, savcıların da bu raporlara dayanarak iddianame hazırladığı görülmektedir. İlginç olan, mahkemeler de bu gibi iddianameleri kabul edip muhakemeye devam ederek hüküm kurabilmektedir. 

Örneğin X otelinde çıkan bir yangında 10 kişi ölmüş olsun, yangının bir odada A tarafından kontrolsüz şekilde yakılan elektrik ocağından çıktığı anlaşılmış ve otelin yangın söndürme düzeneğinin çalışmadığı, yangın merdivenlerinin olay sırasında kilitli olduğu, itfaiyenin olay yerine geç gelmesinin yangının büyümesinde etkili olduğu, otelin elektrik tesisatının eski olduğu tespit edilmiş olsun. 

Bu durumda ceza hukuku anlamında taksirli sorumluluk ancak ocağı kontrolsüz şekilde yakan kişiye (A'ya) ait olacaktır. Her ne kadar diğer unsurlar yangının çıkmasında etkin rol üstlenmişse de yani örneğin gerekli tedbirler alınmış olsaydı yangın çıkmayacaktı denebilecek ise de ceza hukuku anlamında hareketle netice arasında olayın kurgusuna uygun bir illiyet bağı bulunması şarttır. A'nın son hareketi neticesinde yangın çıktığı için ancak A'yı taksirle birden fazla kişinin ölümünden sorumlu tutabiliriz. Oteli denetlemeyen kişiler, görevini yapmayan veya eksik yapan iş güvenliği uzmanları, geç gelen itfaiye 10 kişinin ölmesinden ötürü ceza hukuku anlamında sorumlu tutulamaz.  Buna karşılık, A'nın dışındaki kişilerin (ve varsa devlet kurumlarının) tazminat hukukunun genel hükümlerine göre sorumlu tutulabilmesi ise mümkündür. Çünkü ceza hukukundaki kusur değerlendirmesi ile tazminat hukukundaki kusur değerlendirmesi farklı esaslara tabidir. 

Örneği şöyle değiştirelim: A, babası B'nin otomobilini B'den izin almadan almış olsun (izin almış da olabilir). B, aracının kontrollerini yaptırmamış, aracını zamanında fenni muayeneye ve periyodik muayenene sokmamış olsun. B'nin aracındaki frenler bu nedenle tutmasın. A, direksiyonda yalnızken yoldan geçen C'ye frenler tutmadığı için çarpsa ve bundan ötürü C ölse, gerçekleşen ölüm sonucu ile B'nin ihmali hareketi arasında illiyet bağı var ise de C'nin ölümünden ceza hukuku bakımından B'yi sorumlu tutamayız. Ancak ve ancak A'yı sorumlu tutabiliriz. Çünkü, ölüme yol açan sonuç A'nın hareketi neticesinde gerçekleşmiştir. Aksinin kabulü ceza hukukundaki sorumluluk alanını genişletir. O nedenle, ortaya çıkan sonuç ancak A'ya isnat edilebilir. Ayrıca ceza sorumluluğu şahsidir. Ne var ki C'nin yakınları hem B'ye hem A'ya karşı tazminat davası açabilir. (Aynı şekilde bu olayda fenni muayenenin veya periyodik bakımın hatalı yapıldığını ya da hatalı parça takılmasından ötürü kazanın gerçekleştiğini düşünelim, fenni muayene istasyonundaki ya da servisteki parçayı değiştiren kişinin ceza hukuku anlamında sorumlu tutulması mümkün görünmemektedir, lâkin bu kişi veya kurumlara karşı tazminat davası açılabilir).

Bunun sebebi TCK'da kasten ihmali davranışla öldürme (TCK 83) ve kasten ihmali davranışla yaralama (TCK 88) açıkça cezalandırılmışken, taksirle ihmali davranışla öldürme veya yaralamaya ilişkin bir hükmün olmamasıdır.  Başka bir deyişle, taksirle ihmali davranışın cezalandırılabileceği TCK'da düzenlenmemiştir. Zira kanunilik ilkesi TCK'nın 2'nci maddesinde "Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz" denerek ifade edilmiştir. Bu ilke aynı zamanda Anayasal bir ilkedir (Anayasa 38/1, 3). 

Sorunun çözümü için TCK'ya taksirle öldürme ve yaralamanın ihmali davranışla işlenebileceğine ilişkin bir hüküm eklenmesi gerekliliktir. Aksi halde, özellikle büyük çaplı facialarda veya doğal afetlerde olayla hiç ilgisi olmayan kişilerin cezalandırılması buna karşılık olayda ihmali olan kişilerin ise cezasız kalması söz konusu olabilmektedir. Şu ana kadarki uygulama buna işaret etmektedir. 

Diğer yandan sorunun çözümü için Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 63/1, Bilirkişilik Kanunu 3/2 ve 10/4 hükümleri  değiştirilmeli ve hukukçuların kusur oranını tayin bakımından bilirkişi heyetine dahil edilmesi tekrar sağlanmalıdır.  Bu durumda özellikle ceza davalarında taksirden doğan sorumluluk daha iyi tayin edilebilecektir.(benzeri  Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK 266) için de söylenebilir).

Bu blogdaki popüler yayınlar